Benim gönlümden geçen, böyle leke gibi şeyler değil. Gönlümden şu geçiyor: Her ka pağın kendine özgü ayrı bir bü tünselliği olsun, ama eski ka paklar her yeni kapağın içinde saklı olsun... Öyle bakar bakmaz da her şey tabak gibi görünmesin... Biraz gi zemli olsun, kapak kendini yavaş yavaş, ağır ağır, nazlanarak belli etsin...
ilk bakışta farkedilen şeyler derin değildir za ten. Derin olmayan da güzel olamaz, hepimizin bil diği gibi...
Dergiye de haksızlık etmeyelim, derginin içeriğinde de bişeyler var elbet.
Ama örneğin ikinci sayının kapağındaki güzel resimle ilgili dergide bişeyler aradım aradım, bula madım. Kapak resmini çağrıştıran kısa bir sergi duyurusu dışında bir yazı yoktu.
Gerçi ilk muhteşem kapak resmiyle ilgili bir yazı da bulamamıştım ya... Neyse...
Bu da aslında kapağın derginin içeriğini aşan bir tarafı olduğunu gösteriyor. Neticede bu dergi günün birinde milyonluk okur kitlesiyle bu muhteşem kapakları aracılığıyla temas kuracak. Kapak üzerinde bu kadar durmamızın nedeni bu.
Belki bir gün kapağın derginin içeriğini nasıl içerebileceğini tartışırız. Neden olmasın? Ama şim di sırası değil. Baskı çözünürlüğü geliştiğinde tartı şırız bu konuyu. Benim gibi basılı malzemeden vaz geçemeyen, CD denilen o uçan daireden nefret edenler var olduğu sürece bu çözünürlük sıkıntısı nı hep çekeceğiz. Kaldı ki onlarda da çözünürlük sorunu var...
Kitabı dergiyi sevip okşayabiliyoruz, koklayıp öpebiliyoruz, ama bu muamele yi CD’lere yapmaya kalksak he men deli damgasını vururlar.
Yeni kapak tasarımız için bir süre sonra Zihni Sinir’imsi bir büyüteç procesine gereksine biliriz: Büyüttüğünün bir kısmı nı seçip tekrar büyüten, sonra onun bir kısmını seçip tekrar büyüten, her büyüttüğünün bir kısmını tekrar büyüten ve böyle ce durmadan büyüttüğünün parçalarını büyüten yatık Babil
kulesi gibi bir çoklu büyüteç düzeneği...
Bu proceyi ilk kez ortaokul yıllarında Jonathan Swift’in bir şiirini okurken tasarlamıştım. fiiirin as lını şimdi bulamıyorum, ama aşağı yukarı şöyle birşeydi:
Mini minnacık pireler
Annelerini emiyorlar
Onların yavruları da onları
Onların yavruları da onları
Gelmiyor sonları
Dergimizin usta çizeri bu şiire bir iki çizgi atsa ne kadar hoş olur... O kademe kademe ufalıp son suzda kaybolan pirecikleri görebilmek için düşle miştim o çoklu büyüteci.Bu pire salkımının bana en hoş gelen tarafı, herhangi bir pire yavrusunun yavrucuklarının ve toruncuklarının ve bu yavrucuk ve toruncukların yavrucuk ve toruncuklarının oluşturduğu salkımın baştaki anne pirenin belirlediği salkımla bir anlamda aynı yapıya sahip olma sıydı. Bir büyük bütünün içine yerleştirilmiş ve bu bütüne çok benzer veya hemen hemen aynı yapıda ve gözden kaybolup gidecek kadar küçülen ama karakterlerini koruyan parçalar, parçacıklar...
Hani Homunkulus denen şey var ya, bebeğin içinde bebeğin içinde bebeğin içinde bebek... O Rus oyuncaklarının daha sahicisi ve organiği ve sonsuza kadar uzananı...
Bir anlamda genler de öyle değil mi? Onlar da bütün içinde bütünü kodlayan küçücük parçalar değil mi?
Ama Rus bebekleri ne kadar masalımsıysa, genlerin bizi kodladığı da o kadar masal. Genetik çiler bugün çok mağrurlar, ama bir gün bu masalı öğrenip hüsrana uğrayacaklar. Genler olsa olsa bi zim bir karikatürümüzü kodlayabilirler. Örneğin, Jurassic Park fikrinin bilimsel dayanağı yoktur. Ama her fikrin bir güzel tarafı vardır. Bu da kari katür şifremiz olan genlerimizin sadece üreme hüc relerimizden değil, bütün hücrelerimizden alınabi leceği fikridir. Yani şimdi genlere bir an için bütü nün yaklaşık da olsa şifreli kopyaları gözüyle ba karsak, bütünün kopyaları bütünün her tarafına küçücük parçalar halinde dağıtılmış oluyor.
Böylece pire salkımını bir yönüyle aşmış oluyo ruz: Bir bütünün kopyalarının, bu bütünün sadece bazı yerlerinde değil, bütünün her tarafına dağıtıl mış olarak var olması. Anne pirenin yakın civarın da salkımın kopyaları yoktu, sadece salkımın kuy ruğuna doğru kopyaları vardı; ama benim parmak ucumda da, kulağımın arkasında da, kan hücrele rimde de, her milimetreküpümde de, yaklaşık ve şifreli olsa da, kopyalarım var.
Bizim derginin kapağı da böyle havalı olsa ne güzel olurdu: Kapağın her santimetrekaresinde, her milimetrekaresinde kapağın tamamının kopya sı ve tabii ilk arzumuz doğrultusunda, bunun içine saklanmış olarak bütün geçmiş kapakların kopya ları. işte o zaman milyon satardık!
Böyle şekiller var mıdır acaba? Bu sorunun en azından bir kısmını, bütünün küçük kopyalarının bütünün her zerresinde var olması sorusunu, biraz da meslek jargonuyla ifade edelim isterseniz: Bura da şifreli saklamadan çok, yazıyı ilk icat eden ata larımızın resimsel (ya da piktografik) kodlamasına sadık kalarak, bunu şöyle ifade etmek istiyorum:
Öyle bir topolojik uzay (ya da metrik uzay, ve ya kendinizi öyle daha rahat hissediyorsanız, bir Öklid uzayının bir altuzayı, ya da bildiğimiz düzle min altuzayı) var mıdır ki, bu uzayın her noktası nın istenildiği kadar küçük bir komşuluğu (civarı), uzayın tamamı gibi (yani uzayın tamamına topolo jik veya uygun bir metrik anlamda denk) olsun. “istenildiği kadar küçük” ifadesinin yanlış anlaşıl maması için isterseniz şöyle diyelim: Bu uzayın her hangi bir noktasının herhangi bir civarı verildiğin de, bu civar içinde öyle başka bir civar var mıdır ki, bu yeni daha küçük civar uzayın tamamına denk olsun.
Ne kadar hoş bir tanım değil mi! Bütün, her zerresinde mevcut! Tasavvuf da böyle bir şey değil midir zaten. Bunları düşündüğüm zaman aklıma hep Feza Gürsey’in Tübitak Bilim Ödülü konuş masında okuduğu dörtlük geliyor:
Muhyiddin’em, ermişem
Hak yoluna girmişem
Onsekizbin âlemi
Bir zerrede görmüşem
Matematikçilerin huyu kurusun, onsekizbin âleme ve bir zerreye razı olmazlar, bütün kainatın her zerresinde görmek isterler.Her zerresinde kendini saklayan topolojik feza (uzay) örnekleri var mı? Bu sorunun ge nel cevabını bilmiyorum. Zaten bildiğim kadarıyla darıyla böyle bir soru sorulmuşta değil.Yanıtı çok merak ediyorum.Belki buradan fraktal denen nesnelere bir yol buluruz. İçimde öyle bir his var ama hisler insanı yanıltabilir.
Yazar:Şahin Koçak
|